Inception (Film Analizi)
• Başlangıç Filminde Psikanalitik Öğeler Ve Rüya Olgusu
Zamanını ve mekanını yaratması gibi filmde rüya gören kişiler zihinsel kapasiteleri ve bilinçaltındakilerin zenginliği derecesinde belli olay ve olgulara yoğunlaşmakta ve ortamları değiştirmektedir. Freud’un rüyaların içeriği ile ilgili çalışmalarında sıkça vurguladığı yer değiştirme simgesel olarak da değerlendirilebilir. Ancak bu yer değiştirme daha çok bilinçaltının belirli olguları, olayları, kişileri ve mekanları kendi mantığı içinde değiştirmesine karşılık gelmektedir. Bu bağlamda Başlangıç filmindeki rüya sahnelerinin neredeyse tamamında Freud’un yukarıdaki tanımlamalarına uygun biçimde yoğunlaşma, yer değiştirme ve dönüştürme gibi olgulara yer verilmektedir. Freud, Psikanaliz Üzerine adlı çalışmasında benüstü (süperego) olgusunu anne ve babanın çocuk üzerindeki baskısıyla ilişkilendirmektedir. Süperego, onların (ebeveyn) dayatmalarını yansıtan gücün sahipliğini elde ederek, hem onların halefi hem de kalıtçısı olur.
Bu bağlamda ölmekte olan babasının işlerinin doğal mirasçısı oğul Fisher karakterinin, aldığı eğitim ve maruz kaldığı disiplin süreci sonrası, baba Fisher karakterine benzer bir kişiliğe dönüşmesi beklenmektedir. Ancak genç Fisher her ne kadar babasına benzemeye çalışsa da, rüya kapsamındaki psikanaliz süreci sonrası aslında başka bir kişiliğe sahip olduğunu fark eder. Sigmund Freud dışında, psikanalizin önde gelen isimlerinden biri de Jacques Lacan’dır. Lacan’ın diğer kuramcılara göre özgün yanı psikanaliz ile yapısalcı dilbilim arasında kurduğu ilişkidir. Tüm yaşamı boyunca Freud savunucusu olduğunu iddia eden Lacan, Freud’un “Oidipus Kompleksi- (Karmaşası)” kuramına da farklı bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu kuramda erkek çocuk annesine duyduğu cinsel arzular nedeniyle saldırgan duygularını babasına yansıtır ve babası tarafından erkeklik organı kesileceği kaygısına kapılır.
Oidipus’taki fallus simgesi aslında Babanın imgesidir ve bu simge Babanın Adıyla devreye girer. Filmdeki Fisher karakterinin babasıyla olan ilişkisine Lacan’cı açıdan bakıldığında uzun bir süre güçlü, otoriter, baskıcı kural koyucu bir babanın (Babanın Adı) baskısı altında yaşayan ve ona karşı direnmeyen / direnemeyen kastrasyon korkusu içinde genç bir karakterle karşılaşılmaktadır. Psikanalizin amaçlarından biri de, çocukluğun ilk yıllarına ilişkin amnezi örtüsünü kaldırmak ve bilinçli anılara ulaşmaktır.
Finalde ekibin asıl hedefi olan Fisher ve babası arasındaki baba-oğul yüzleşmesi gerçekleşir ve sorunlar çözülür. Fisher ile babası arasındaki sorunlara bilinçaltı aracılığıyla ulaşılmış ve bir anlamda uzun süren bir psikanaliz seansı başarıyla tamamlanmıştır. Bunun yanı sıra ana karakter karısıyla ve geçmişiyle bağlantılı sorunlarla yüzleşmiş ve bir anlamda rüyalar kendi kendini tedavi etmiştir.
SONUÇ
Bu çalışmada 2010 yılı bir Hollywood yapımı olan ve Christopher Nolan tarafından yönetilen Başlangıç adlı film ve filmdeki hakim tema olan rüya olgusu irdelenmiştir. Söz konusu film ana akım ticari sinemanın, karmaşıklığı nedeniyle pek fazla ele almadığı bir konu olan bilinçaltı olgusuna ve ona paralel kavramlara değinmektedir. Sinema-rüya ilişkisi uzun zamandan beri çeşitli kuramcıların ve bilim adamlarının çalışma alanları içinde yer almaktadır. Rüya olgusunun kapsamlı ve ciddi bir biçimde ele alınması 19. yüzyılın sonlarında Sigmund Freud tarafından ortaya konan psikanalitik yaklaşımla mümkün olmuştur. 20.yy başlarında sinema kuramıyla ilgilenen araştırmacılar ve psikoloji disiplinindeki bilim adamları bu olguyu irdeleyen çalışmalar üretmişlerdir. Rüyaların çoğunlukla uzak veya yakın geçmişten izler taşıdıkları ve rüya sahibinin dışa vuramadığı çeşitli sorunlarını yansıttığı / dışa vurduğu hakkında çok sayıda çalışma ve bulgu söz konusudur. Bir anlamda rüyalar modern toplumun çeşitli baskı ve kurallarına karşı insanoğlunun nadir özgürlük alanlarından biridir. Sinema ise rüyalar gibi görsel imgelerle dolu bir sanat ve bilim dalıdır. Her ne kadar rüya, üzerine çok sayıda bilimsel çalışma da olsa, zihne ve beyne ait imgesel bir ürünü olması, kısalığı, genellikle unutulması herhangi bir şekilde içeriğinin görsel olarak kaydedilememesi gibi sorunlar nedeniyle hakkında hala bir çok soru işareti olan bir olgudur. Değişik disiplinlerden gelen birçok yazar-araştırmacı ve bilim adamı ise sinema filmini gündüz görülen düş (daydream) olarak ele almış ve çeşitli eserler üretmişlerdir. Sinema-rüya ilişkisini gündeme getiren kuramsal çalışmaların çoğu, üretilmiş olan sinema filmlerinden yola çıkmaktadır. Psikanalitik eleştiri yöntemi de böyle bir çabanın sonucudur ve yönetmenlerin ürettikleri filmlerde bilinçli ya da bilinçsiz şekilde değindiği ve çoğunlukla bilinçaltının dışavurumu olarak ortaya çıkan konular ele almaktadır. Rüya olgusunun baskın görsel içeriği sinema sanatının baskın ve hareketli görselliği ile işlenerek somut ve kalıcı hale gelmiştir.
Hiç yorum yok: